Midu

müzik - ayşegül aldinç - gözlerin su yeşili {2009} izlesene.com



Annemin Midu’su vardı. Şimdi aklılarda soru işareti belirecek. Beliren bu soru işareti “Midu ne lan” cümlesine müteakip. Doğaldır. Aslında Midu bir “ne” değil. Midu bir “kim”. Kimse Midu. Bir insan. Anneme küçükken adını söylemişler o da yanlış anlamış Midu demiş ve kadının adı Midu kalmış. O günden sonra herkes ona Midu demiş Midu aşağı, Midu yukarı… kalmış kadının adı Midu. Bana da Midu nene diye öğrettilerdi. Şimdi bu Midu nene benim çocukluğumdan kalma kontr çizgileri çok keskin çok sinemaskop bir figür. Kart sesli çirkin köy kocakarısıydı Midu. Kocaman burnunda neden ve ne olduğunu bilmediğim kocaman kara kırmızı iğrenç ve hiç geçmeyen ve hiç geçmemiş bir çeşit yarası vardı. Kart sesiyle çok heyecanlı ve ateşli bir Trakya şivesi konuşurdu. Ama öyle roman dizilerindeki çakma şivelerden değil has göçmen şivesi. Arada kaptırdı mıydı yunanca devam eder ya da değil mi gibisinden onay geri bildirimi isteyen retorik sorularını yunanca sorar cevabını aldı mıydı da “ne ya” diye bitirirdi. Çok da küfürbazdı.

- e kha ağori mu. Pezevengi!!!
- Ne vre griğora putana. Siktir ordan velet…

Gibi gibi… ki bunlar genelde bana…

Çünkü Midu’nun yakaladığı yerde çok hırpani sevme ritüelleri vardı. Yakalanıp şaldır, şuldur öpülmekten zerre haz etmeyen ben bir de bu şekilde öpülürken, o iğrenç burunla mecburi tensel temasta bulunmaktan özellikle nefret ederdim. Kendimi kurtardığım zaman da küfür edip kaçmaya başlardım o da peşimden saydırırdı. Böyle çarpık kırmızı noktalı bir ilişkimiz vardı Midu neneyle. Sonra Midu nene benim aklımı çelmenin bir yolunu buldu. Şimdi hatırlamadığım Rumca adı olan bir çeşit muhallebiyle. Muhallebinin miktarına karşılık, öpücük sayısına dair çetin bir pazarlıktan sonra anlaşınca sevdirirdim kendimi Midu neneye. Önce peşin sever sonra da söz verdiği miktar muhallebiyi yapar getirirdi. Torunlarına üşenir pişirmez bana getirirdi, ben de hiç torunların canı çeker mi diye düşünmez hain, hain yerdim muhallebiyi. Ama muhallebi de muhallebiydi be kardeşim. Öyle böyle değil yani enfes!!! Sonra zaman ve koşullar değişince eskisi gibi gitmez olduk Midu neneyi görmeye. Seneler sonra yolum düştü oralara gitmişken onun da elini öpmek için uğradım. Muhallebi pişireyim dedi ah beni can evimden vurdu. Ama vaktim yoktu. Dedim “sözüm olsun sana sırf muhallebini yemek için geleceğim yanına” gidemedim ya da gitmedim kaldı. Çok değil birkaç sene sonra haberi geldi Midu nene mortingen ştrase. Göçmüş gitmiş. Midu’nun ölümüne gerçekten çok üzüldüm. Ama yalan değil o muhallebiden son bir kez daha yiyemediğime de çok yandım. Öyle eşeklik olarak almayın çocukça bir muhallebi kederi bu. Sonuçta Midu benim için biraz da muhallebi demekti. Öyle bilmiştim ben onu. Ben x Midu = muhallebi Zira Midu severken bariz çarpardı. Bayağı bildiğin kamyon gibi çarpardı adama. Basit bir denklem…


Büyükler yemeklerini tabaklarında bırakan küçüklere genellikle “arkandan ağlar” der. Küçükken çok salakça bulurdum bu deyişi. Biraz da cingöz bir bebe olaraktan “nea yemek bu canı yok ki nassı ağlıycak arkamdan” gibisinden kelamlar ederdim. Hayat çok pis bir öğretmenmiş meğer… yaşıyor insan hem iyi hem de kötü. Ama bazı şeyler yarım kalıyor. Ne hayat boyu sürüyor ne de Midu’nun muhallebisinden son defa yemek gibi muhteşem bir finalle sona eriyor. Midu’nun muhallebisini son defa yiyememek gibi yarım kalıyor. Madem bitecekti en azından şanına yaraşır biteydi.
Bazen yarım bırakırız, döner arkamızı gideriz. Ve arkamızda yaşlı gözler bırakırız.
Ya da yarım bırakırlar bizi ve arkasından yaşlı gözlerle bakarız. Yarım oldu mu zor aga… kalır…
Bu ata denen, çok kelam etmiş adam kimse belli ki çok yaşamış, çok görmüş, çok geçirmiş ve çok geçirmişler ona. Çok çetrefilli bir durumu çok kısa ama özlü ifade etmiş. “yarım bırakma arkandan ağlar”

Yarım bırakma arkandan AĞLAR

üç nokta

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder