Kapattık Kardeşim!!!!

Giriş gelişme sonuç gibi adetlerim yoktur pek. Zart diye dalarım mevzuya göbeğinden, şimdi de öyle yapacağım. Öğrenciykene, arkadaşlarla eve çıkmıştık. Haliyle yeni eve eşya meşya lazım geldiydi. Okuldan sonra toplaştık gittik lokal bir spotçu dükkanına. Akşam üstü hava kararmaya başlamış hatta kararma safhasını bitirmek üzere yani neredeyse karanlık. Neyse… girdik dükkandan içeri biz eeöömm şey bakıy… derkene çötönk diye kapatıverdi spotçu amcam spotu… biz daha n’oluyo lan fazındayken, spotaleyhesselam olayın sonuna noktayı koymak adına, kapattık kardeşim monoloğuyla süpürür gibi aldı bizi dükkandan dışarı. Biz de “ ya biz bir iki şey hocam” gevelemelerimizi çiğnerken, hiç bizimle muhattab olmaya tenezzül etmedi kapattı gitti. Bu adam benim hayatımda gördüğüm en ekabir en suratsız esnaftı.

Küçükken çok acayip bir bebeydim ben. Düğmelere dair bir takıntım vardı. Düğme dediysem buton yani. Elbise pantolon düğmesi değil. Nerede bir düğme görsem basmak isterdim. Yabancı bir yerde fonksiyonu meçhul bir düğmeyse bazen sorar izin alırdım bazen kendi vizemi kendim verir zart basardım düğmeye. Nerede bir düğmeye basılarak bir cihaz açılacak orada ben… ben açmalıyım yoksa kıyamet kopar. Ha n’olur? Kıyametten sonra o alet kapanır. Onun düğmesine ben basarak açarım süreç böyle sonlanır. Düğme aslında bir semboldü küçükken benim için. Bir bilim- teknoloji ya da ona dair bir simgeydi. Yani düğmeye basarak yapılan işlerde teknolojik bilim kurgu bir yan vardı. Zira bütün bilim kurgu filmlerinde her şey düğmelerle switchlerle hallediliyor. Aklı fikri uzay, lazer, ışın kılıcı olan benim için bir düğme, hemen hayali bir senaryo kurgulanıp, bir fonksiyon yüklenip, basılması gereken çok önemli bir metafordu. Düğmeler gerçekten de önemli ama artık hayatımızda. Işıklarımızı açıp kapatıyor cihazlarımızı çalıştırıyoruz. Onlarla yemek yapıp, bulaşıklarımızı hatta çamaşırlarımızı onlarla temizliyoruz. Hemen her şeyimizi artık bir cihazla yapan biz, her bir cihazı da düğmelerle kontrol ediyoruz. Şimdi efendim bu düğmeler özünde, basıldığı takdirde elektrik akımının anlık ya da sürekli olarak geçmesine izin veren birer devre elemanı birer anahtardır. Çok çeşitli şekillerde ebatlarda ve renklerde olsalar da işlevleri çok temel ve neredeyse birbirinin aynı. O yüzden düğmelerle basit açma kapama işlemleri yapılır genelde. Ama artık gelişen teknoloji sayesinde açma kapamadan çok daha meşakatli, çetrefilli ve karmaşık işleri halleden singıl düğmeler mevcut. Misal artık bir cihaz üzerinde bir düğmeyle fatura ödeyebilir, para çekebilir, borç ödeyebilir ve hatta kontör falan yükleyebilirsiniz. Madem artık çok daha karmaşık çetrefilli hadiseler böyle yekten bir düğmeyle hallediliyor, o zaman ben de o ATM’lerin menülerindeki gibi bir düğme olsun istiyorum hayatımda. “Kapattık Kardeşim” düğmesi.





Hayyam bey, zörtlek tıp eğitim ve araştırma 3 doz ek sipariş verd… “Kapattık Kardeşim”. Hayyam bey, validasyon protokolle… “Kapattık Kardeşim”. Kredi kartı borcunuz “Kapattık Kardeşim”, ev kiranıza yüzde yirm.. “Kapattık Kardeşim”, telefon faturası “Kapattık Kardeşim”, yakıt, elektrik su, doğalgaz “Kapattık Kardeşim” internet “Kapattık Kardeşim”, toplantı, seminer “Kapattık Kardeşim”, arıza, bakım, tamir “Kapattık Kardeşim” ilişkimizde yolunda gitmeyen bir şeyler var “Kapattık Kardeşim”… evet böyle bir düğmem olsun istiyorum ve gerektiğinde basabileyim.

GODOT’YU BEŞ GEÇE


Mankimin isteği üzerine, mankim için, mankisinden, mankisine naif buseler eşliğinde….



Hiçinci perde


- Hanımefendiler, beyefendiler hoş…
- …geldiniz!
- Geçin geçin daha başlamadı
- Birazdan başlayacak
- Yerleşin rahat edin
- Yalnız başladıktan sonra yiyecek şapırdatmayın içecek höpürdetmeyin
- Efendim bir oyunumuz var birazdan başlayacak
- Buyursunlar buyursunlar. Evet herkes geldi mi? Pek ala pek ALA!
- Hanımefendiler, beyefendiler hoş…
- Geldiniz
- Efendim az evvel de ifade buyurduğum üzre bir oyunumuz var adı Godot’yu beş geçe
- Oyuna başlamadan önce oyunla ilgili ön bilgi vermek istiyorum
- Ön bilgi deyince pek tabi…
- Bu ön neyin önü?
- Oyunun önü mü?
- Değil gayet tabi
- Oyun, zira… önü ve arkası olan bir şey değildir doğası itibariyle.
- Oyunun…
- Önü ve arkası olmaz!
- Oyunun başı ve sonu olur
- Yani!
- Sahnenin önü ve arkası olur ama benim bahsettiğim ön sahnenin önü…
- De değil.
- Pek tabi.
- Efendim ön bilgi deyince kastettiğim önden biraz bilgi vermek.
- Neyin önünden?
- Sahnenin önünden.
- Pek tabi!
- Hanımefendiler beyefendiler hoş…
- Geldiniz!
- Neyse lafı dolandırmayayım…
- Ki… laf dolanabilecek bir şey değildir hattı zatında ve doğası itibariyle
- Ya dolanan ne dir?
- Söylenen lafın temas ettiği mevzu dolanır ki..
- Mevzu da aslında dolanabilecek bir şey değildir doğası itibariyle.
- Asıl olay mevzu bahis şey anlatılırken varılmak istenen noktaya sözün arka sokaktan dolanarak gelmesi durumundan başka bir şey değildir.
- Neyse efendim lafı uzatmayayım ki…
- Laf aslında uzamaz. Lafı söyleyen uzun söyleyebilir.
- Sözü uzatabileceği gibi mevzuyu da dolandırabilir.
- Pek tabi
- Neyse efendim…
- Hanımefendiler, beyefendiler…
- Lafı, sözü uzatmadan, mevzuyu dolandırmadan, anlatmak istediğim şey ayağıma dolaşmadan ki…
- Evet!
- Size oyun hakkında kısaca bilgi vermek isteğindeyim.
- Oyun hakkında bilgi kısaca verilmeli zaten.
- Öyle uzun uzadıya bilgi vereceksek oyuna…
- Ne gerek var?
- O zaman hiç oyun oynamayalım oyun hakkında uzun uzun bilgi verelim olsun bitsin
- Burada da toplanmayalım.
- Biz oyun hakkında uzun bilgileri yazalım siz de alın okuyun.
- De hadi siktirin gidin!!!
- Olur mu öyle saçma şey yav?
- Olmaz!
- Pek tabi!
- Bir oyun yazdık onu sahneye koyduk
- Bunun rejisi var, oyuncusu var, dekoru var, kılı var, tüyü var.
- Neyse efendim lafı uzatmadan, dolandırmadan, dallandırıp, budaklandırmadan…
- Hanımefendiler, beyefendiler…
- Öncelikle…
- Hoş…
- Geldiniz!
- Bir oyunumuz var.
- Adı Godot’yu Beş Geçe.
- Hemen size oyun hakkında kısaca bilgi vereyim.
- Efendim oyunumuz şey hakkında.
- Ne hakkında olduğuna geçmeden önce…
- Yani o şeyin…
- Ne!
- Olduğunu anlatmadan…
- Önce!
- Birtakım hususlara temas etmekte sonsuz fayda var.
- Nedir o hususlar?
- İşte orada sıkıntı var.
- Şimdi!
- Oyun hakkında size önden…
- Daha doğrusu baştan biraz kısaca bilgi vermeliyim.
- Lakin.
- Bu bilginin kısalığı ve uzunluğu ve bu bilginin nelere temas etmesi gerektiği gibi noktalar benim için biraz muğlak.
- Neden diyecek olursanız?
- Şöyle ki…
- Ben sizin ne bilip ne bilmediğinizi bilemem ki…
- Yaaa…
- Oyun hakkında size bilgi verirken eğer sizin zaten bildiğiniz bir şeyi söylersem size bilgi vermiş olmam.
- Ve eğer…
- Size bir bilgi vermeyeceksem…
- Ben!...
- Burada ne diye konuşuyorum?
- Hepinizin de aynı derecede bilgi sahibi olmadığını düşünürsek verilecek bilginin dozunu çok iyi ayarlamak lazım geliyor.
- Neyse efendim lafı dolandırmadan, sözü uzatmadan…
- Hanımefendiler, beyefendiler…
- Öncelikle hoş…
- Geldiniz!
- Sonralıkla,
- Bir oyunumuz var adı Godot’yu Beş Geçe.
- Öncelikle ve sonralıkla arasında ortalıkla size oyun hakkında biraz ve kısaca ama herkesi için de faydalı olacak şekilde bilgi vermek niyetindeyim…



Üç nokta

RUBAİ

Şarap sen benim günüm güneşimsin
Efkarlarımda neşemsin
Çöp için kullanılmasın diye market torbalarını delik yapanlara
Taaa kafam girsin

Deneme(me)ler


o+ bu çalan ne?
o-> the doors
o+ ıııhh... sevmedim başka bi şey yok mu?
o-> .....
o+ bu ne?
o-> giora friedman
o+ çok sıkıcı değiştir
o-> !!!!!!
o+ ay bu ne ya?!!
o-> led zeppelin
o+ aaa çok gürültülü değiştir değiştir...
o-> %&/!!!£#$
o+ ay bu daha gürültülü değiştir değiştir!!!
o-> sen de bi boku beğenmiyosun...
o+ serdar ortaç yok mu?

BOAT ERROR!!!







o+ ayyy aşkitom uyanmııııış
o-> çüşşş ne aşkitosu be daha 24 saat olmadan. aşkito ne LAN!!!

SYNTAX ERROR!!!





o+ bu kitap ne hakkında?
o-> amarigan rüyasının saçmalıkları falan...
o+ ay yemek kitabı adı gibi ne o öyle şampiyonların kahvaltısı?...
o-> ...
o+ bu neyi anlatıyo?
o-> küçük hikayeler var onda oku istersen seversin...
o+ güzel bir kitapsa filmini çekerler ben de izlerim hihi...
o-> allah allah...
o+ şu maviler ne kadar kalın di mi?
o-> yaaa...
o+ iki cilt di mi o?
o-> hıııı...
o+ o neyi anlatıyo?
o-> valla aklına gelebilecek hatta gelemeyecek hemen hemen her şeyden bahsediyo.
o+ aaa ne kadar ilginç o yüzden bu kadar kalın demek ki. ay onun filmi bile çekilmez çek çek bitmez. çeksen izle izle bitmez.
o-> onun filmi çekilemez öyle bir film çekebilecek bi babayiğit doğmadı doğmayacak.
o+ ay ne ilginçmiş... ay adı ne onun be?
o-> Türkçe Sözlük.

FATAL ERROR!!!






o+ ... ciddi misin? ben de o konserdeydim. şansa bak be.
o-> dream theater dedin mi dur. ilk konserlerine de gitmiştim üniversite birdeydim.
o+ hadi canım harika ya ben kaçırdım daha doğrusu yaşım ufaktı babam göndermedi...

...

o+ tıkanma da gayet iyi bence...
o-> gösteri peygamberini tek geçerim.
o+ ya o çok uçuk. gerçi bütün kitapları uçuk. adamın kendi kırık...
o-> heheeee!!!

...

o+ seninle bi ara kelebekler vadisine gitmeliyiz deli eğleniriz var ya...
o-> aa iyi olur ya ben oraya gitmedim. hem olimposun boku çıkmış artık...
o+ sorma yaaa...

...

o-> ali farka var mı?
o+ hehehe olmaz mı?
o-> harikasın ya açsana

...

o-> ... işte böyleyken böyle...
o+ seni çok iyi anlıyorum...

...

o-> bence artık senin beni terketme vaktin geldi.
o+ nasıl?
o-> vakit tamam akşam diyordun işte oldu akşam.
o+ gitmemi mi istiyorsun?
o-> yooo tam tersi gitmeni hiç istemiyorum.
o+ ya?
o-> senin gitmeyi istemeni istiyorum üstelik ben istemediğim halde.
o+ neden?
o-> kural bu... carl valentin, heisenberg, dirac... hepsi hayatları boyunca defalarca evlendiler ya da bir sürü kadınla beraber oldular. ama tarih bazı detayları sümen altı ediyor...
o+ hepsi de her defasında terk edildiler.
o-> yah... mutluluğu tadında bırakmalı, fazla abartmamalı... boku çıkıyor sonra...
o+ böyle mi düşünüyorsun?
o-> deneyimlerim bana bunu öğretti. bana ve garip huylarıma tahammül edemeyeceğin ya da arızalarımdan sıkılacağın gün geldiğinde bu ikimiz için de çok daha zor olacak.
o+ böyle mi olsun istiyorsun?
o-> hayır...
o+ ama böyle olması gerektiğini düşünüyorsun.
o-> evet.
o+ senin istediğini yapacağım. daha doğrusu istemediğini. gidiyorum ama böyle gitmek de zoruma gidiyor. o yüzden olsa gerek... hoşçakal diyemiyorum... beni son anda kolumdan çek durdur istiyorum yapmazsın onu da biliyorum...
o-> sana gitme demeyeceğim...
o+ ben de hoşçakal demeyeceğim. yine de hoşçakal...

BU İŞLEM GEÇERSİZ YÜRÜTTÜ VE KAPATILACAK!!!

Bu Gün Neler Öğrendik

.... elimize verenin elimizden tutandan çok olduğu bir dünyada ne gelir elden?


met-üst

Godot'ya Dokunan Yok.

Çok da uzun olmayan bir süre önce bir arkadaşımla, dışarı çıktık. Bu son derece normal bir olay. Gayet tabi. Akşam üstü geldim, yemek yedik, hazırlandı ve çıktık. Bunların hepsi son derece normal şeyler. Gayet tabi. Hatta gece eve döndük. E bu da normal. Gayet tabi. Lakin döndüğümüzde kilitleyip çıktığımız kapıyı yarı açık bulduk ki bu anormal. Gayet tabi. Kapının vaziyeti coğrafyasından içerde ne olmuş olduğu hatta belki de ne olmakta olduğu son derece açıktı. Gayet tabi. Önce ben girdim içeri, evin boş olduğundan emin olunca da arkadaşım geldi. Kanunu bu durumdan bi haber bırakmak olmaz. Gayet tabi. Polise haber verildi mevzuat neyse yapıldı. Gayet tabi. Evde çalınacak değerli bir eşya yoktu. Bu yüzden bir adet kablosuz modem, bir adet ev telefonu ve muhtemelen altın zannettiği bir iki parça takıyla yetinmek zorunda kalmış bizim talihsiz hırsız. Oysa mutfak masasının üstünde bir kitap vardı. "Godot'yu Beklerken" Kitaba hiç dokunmamış. Hayatlarını ya da o dönemki koşullarını çağrışımsal bulduğum bazı insanları Godot'yla tanıştırmak gibi bir adetim var. Kitabı ben ona hediye etmiştim. Ara ara rast gele bir sayfa açar, onu okur ve oradaki diyaloglardan, hayatımızla ilgili paralellikler kurmaya çalışırdık. Bazen olmaz, bazen çok saçma, bazen komik, bazen de çok manidar sayfalara rast gelirdik. Aç parantez, bir keresinde noktalı virgül

VLADİMİR- Pişman olalım mı, ne dersin ?
ESTRAGON- Neye ?
VLADİMİR – Şey... ( Bulmaya çalışır.) Ayrıntılara girmemiz gerekmez.
ESTRAGON – Doğduğumuza mı ?
( Vladimir kahkaha atarken elini kasığına götürerek kendini tutar. )
VLADİMİR – Artık gülmek için bile yürek gerekli.
ESTRAGON – Bir yoksunluk tabii.
VLADİMİR – Sadece tebessüme imkan var. ( Yüzüne çok geniş, bıçak gibi bir gülümseme yayılır ve donar, uzunca bir süre öyle kalır, sonra birden kaybolur.) Aynı şey değil. Ne yapalım..

kısmına rastladık. Aslında bu kısım çoğu zaman, çoğu kişiye cuk oturuyor. Gayet tabi. parantezi kapat. kapat kapat...


O yüzden kitap mutfak masasındaydı. Evden çıkarken kapıda, çantasından kira, faturalar v.s. için ayırdığı yüklüce sayılabilecek bir miktar parayı çıkardı bana verdi. "oraya masaya bırak" üstünde fazla miktar para taşımak istemedi. Malum İstanbul. Gayet tabi. "buraya kitabın içine koyuyorum" "oldu artık paralarımızı da Godot'ya verelim. Geldiğinde geri alırız". Parayı bıraktık Godot'ya çıktık. Saolsun gözü gibi bakmış saklamış. Kızarız ederiz ama delikanlı adamdır Godot. Hak yemez yedirtmez. Hırsız efendi Godot'ya hiç ilişmemiş. Onu tanımayan bir, tanıyan bin pişman. Godot bu uğraşmak göt ister.

Gayet tabi.

Olmadık Şeyler Düşünürken Buluyorum Bazı Bazı Kendimi


Bazen en olmadık yerlerde çok gereksiz mevzular hakkında ciddi ciddi düşünürken buluyorum kendimi. Geçenlerde tiyatroya gittik arkadaşlarla, oyundan önce cep telefonlarının kapatılmasını rica eden anons yapıldı. O an fark ettim ki; kim olduklarını hatırlamadığım bir sürü adam ve kadının isimleri ve telefonları kayıtlı rehberimde. Hatırlayacağımı sandığımdan ya da bir daha görüşeceğime dair bir inancımdan olsa gerek “bilmem nerede tanıştığım ebleh adam” ya da “filanca yerde tanıştığım koca memeli kız” gibi asal bilgileri kaydetmemişim telefon rehberime. Zaten bu tarz bilgiler için yeterli alan da mevcut olmaz rehberlerde. Şehre yeni geldiğimde, ev tutana kadar kısa bir süreliğine öğretmen evinde ikamet ettim. Orada akranım sayılacak yaşlarda, şehre benim gibi iş için gelmiş bir adamla tanıştık ve zoraki de olsa biraz vakit geçirdik. Vedalaşırken de adam bana iş için şehre sık sık gelmeye devam edeceğini falan söyledi. Ben de geldiğinde mutlaka aramasını falan söyledim misafirim ol dedim herife nezaketen. Telefonlar alındı, verildi iyi niyetler sunulup ayrılındı. Lakin ben adamın adını hatırlamıyorum. Telefondaki hatırlamadığım bir çok isimden herhangi biri olabilir. Şimdi bu adam beni arasa dese ki; nasılsın bilmem ne görüşelim birader falan… hoppala… bu isim kim bilir kim? Ben mesela, böyle birini arasam adam da beni hatırlamasa, çok bozulurum o hatır, gönül bilmez danaya. Bu şekilde arayan bir kadın olduğunda iş daha kolay. Zira “eeee? Nasılsın görüşmeyeli? Neler yaptın?” gibi bir soru karşısında, daha o gecenin sabahından ya da hikayenin ta en başından anlatmaya başladıkları için, tekstten bir şekilde kim olduğunu çıkarabilirsin bu hatırlanmaya gerek görülmemiş şahsiyetin. Kadınlar konuşurken detay vermeye ve uzun konuşmalarına bayılırlar. Seyrek de olsa işe yarıyor işte.

Yine geçenlerde arabada aklıma geldi. İşe giderken yolda kısa bir tünelden geçiyoruz. Kısa ve içi kafi miktarda aydınlık bir tünel bu. Yine de arkadaş farları yakmam konusunda uyardı beni. Kırmadım onu daha doğrusu, şimdi bu kadar kısa ve gereksiz bir durum için polemiğe girmeye üşendim yaktım farları. Sonra o anda birden aklıma geliverdi. Karanlık diye bir şey yok ki. Karanlık dediğin şey, az ışık ya da hiç ışık. Bir şeyin azlığı için yeni bir kavram üretip, bir de ona zıtmış gibi yeni bir anlam yüklemek niye? Bir şeyin, başka bir şeyin zıttı olabilmesi için “var” olması gerek. Örneğin; acı ve tatlı. Her ikisi de var. Ve bunlar zıt. Oysa karanlık diye bir şey yok. Karanlık dediğimiz bu gereksiz tanım zaten bir olmama durumu. Aynı şey soğuk için de geçerli. Soğuk; görece az ısı enerjisine sahip olma durumunu tanımlar. Eyvallah tanımlasın. Hadi karanlık diye bir şey de olsun. Ama zıtlık niye. Yani bir tabakta 3 leblebi diğerinde bir kilo olunca bu iki tabak zıt mı oluyor. Hayır az ve çok oluyor. Zıtlık çok ciddi bir felsefi sorun aynı zamanda. Yani bu zıtlık ve çelişki durumuna, yin yang dan tutun da diyalektiğe hatta teolojiye pek çok yerde rastlayabiliyoruz. Doğayı ve hayatı zıtlıklar ile algılamaya meyilliyiz familya olaraktan. Bunun nedeni sanırım nefret diye bir duyguya sahip olmamız. Nefret, sevgisizlikten öte bir duygu, bir kavram. Bir şeyi ya da bir kimseyi hiç sevmemekle ondan nefret etmek farklı şeyler. İşte bu temel duygunun güdüsüyle doğayı ve hayatı, iyi-kötü aydınlık-karanlık gibi kesin çizgilerle ayırıp kendimiz için hem basitleştiriyor hem de sorumluluğu üstümüzden atıyoruz. Kuzey buz denizinde soyu tükenmeye yüz tutmuş balinaları avlayanlar gözü dönmüş cani katiller. Ve o balinaların yağlarından yapılan kozmetikleri kullanan bizler ise suçsuz masum ve iyi insanlarız. Biz her zaman iyiyiz hep iyiydik. Kötü olan hep başkaları oldu.

Makas vs Aykü


Yeni bir şehre taşınıp yeni bir hayata başlamanın, garip bazı handikapları var. Bunlardan biri de berbersizlik. İnsanın kafasında taşıdığı kılların şekli ve uzunlukları maalesef önemli. O kıllar bir nevi ambalajı insanın. Benim için her ne kadar bir anlam ifade etmeseler de çevremdeki insanlar bu mevzuya önem veriyor ve ben de o sosyal çevrenin bir bireyi olduğuma göre mecburen berbere gitmek zorundayım. Sosyal çevreyi de geçtim, sevişecek kadın bulamayız maazallah. Bu bağlamda berber olayı benim için fuzuli bir zorunluluk, yoksa kafamdaki kılların şekli hatta orada kıl varmış yokmuş çok da tın…
Berber önemli çünkü berberler bakkal, market gibi her önüne gelene girdiğinizde, aynı temel hizmeti standart olarak alabileceğiniz müesseseler değil. O yüzden de genelde herkesin bir berberi vardır ve herkes kendi berberinde tıraş olur.

Yalnız berberler son derece absürd mekanlardır uyarmadı demeyin. Örneğin ortamda çok yabancı insanlar yoksa yaşlı, başlı kelli, felli adamların birbirlerine parmak atarken görülebileceği tek mekan berber dükkanıdır. Ayrıca sadece bizim ülkemiz için geçerli olduğunu düşündüğüm bir uygulama var. Bu yazılı bir uygulama olmamakla beraber, geçerli bir kural. Bir çeşit toplumsal uzlaşı. Bizim memlekette berberlik mesleğine intisap edebilmenin bir koşulu var… bu bir çeşit IQ üst sınırı. Belli zeka seviyesinin altında olmayan insanlar Türkiyede berberlik yapamaz. İstisnalar yok mu? Var. Ama çok nadir. Yani berber olmak salak olmayı gerektiriyor. Mesela evin karşısındaki berber Muhittin abi. Dükkanın adı bile faul. Star 1 erkek kuaförü Muhittin. İsme bak hizaya gel. Muhittin abinin büyük oğlu tam bir dangalak. Zamanında benden ona biraz ders vermemi istemişlerdi. Sonuçta esnaf komşumuz. Olur dedim, demez olaydım. Orta ikiye gelmiş daha dört işlem yapmaktan aciz bir oğlan. O yüzden de orta ikideki üçüncü senesiydi. Aynı sınıfa üçüncü kez gidip yine de 9 zayıf getirebilmek de ayrı bir başarı tabi. Buradan böyle anlatınca şaka gibi gelebilir ama değil. Şimdi o oğlan da berberlik yapıyor babasının yanında. Küçük oğlu da tam cingöz. O bebe kesin berber olmaz. Askerde bölüğün berberi de tam bir salaktı. Hem de süzme salak. Zaten bölüğün resmi berberi de değildi. Havan cephanecisiydi. Bildiğin hamal yani. Ama sivilde mesleği berberlik olduğu için ve kışladaki berbere tıraş olmak bir paket malbora rüşvete patladığı için herkes ona tıraş olurdu. Garnizon berberine tıraş olmak bir paket malbora bizim Mustafa bir dal Samsun’a bile tav. Ama gel gelelim çok meşgul bebeydi Mustafa. Ucuz olduğu için başka bölüklerden bile tıraşa gelirlerdi sıraya gir, tam sıra sana gelsin pat içtima, dönüşte uyanık bebelerden biri oturmuş bile Mustafa’nın önüne, tekrar bekle, tam sıra gelecek pat Mustafa nöbete, ölme eşeğim ölme. Orada anladım ki erkek berberliği öyle fazla maharet gerektiren bir iş değil. Biraz ilgi biraz da pratikle pek ala hemen hemen herkesin altından kalkabileceği bir iş.


- laaaan!!! Bahattin Ceylan Karabük!!!
- Ooooop?
- Gel lan Bahattin kap şu makineyi.
- Abi ben anlamam tıraştan
- Kap lan!!!
- Peki abi
- Tak şu ucu gir oğlum olaya
- Ama abi…
- Kes lan
- Kestim abi
- Öyle değil lan saçı kes
- Benden günah gitti abi
- Hadi olum Bahattin bastır.

- Şimdi yanları alırkene şu ince ucu tak bakem. Alttan giricen yukarı doğru çıkarken makineyi hafif kaldırıcan hizayı da ayarla işte akıllı çocuksun sen.

- Aslanlar!

- Hey!

- Kaplanlar!

- Hey!

- Ceylan bunlar!

- Hey! Hey! Hey!


Böyle garip refleksleri de vardı Bahattin Ceylan Karabük’ün. Velhasılı kelam ben maestro, Ceylan onbaşı mazbut enstrümanist, yavruyla katip misali çözdük tıraş krizini bir daha tezkereye kadar kimseye ihtiyacımız olmadı.

Ha bak bayan kuaförlüğü öyle değil, ciddi beceri işi. Saçlar uzun ve çeşitli, model fazla ve o modelleri çıkarmak gerçekten de beceri isteyen bir iş. Yani iyi bir bayan kuaförü geçekten bir zanaatkar hatta yer yer sanatçıdır benim nazarımda. Kaldı ki kadınlar zekalarının mekanik ve uzay yerleşimsel niteliklerini pek kullanmaya gerek görmedikleri için, bir kadının saç modeli tarifini anlayabilmek de ciddi bir zeka meselesi. Bu yüzden de kadınların çoğu gerçekten berbat şofördür. Lisedeki biyolojicimiz Fulya hanım her sabah şavrole bileyzır jipin çıktığı yere o küçücük murat 124’ünü yarım saatte park ederdi. Üstelik öyle kaldırım kenarına yan yan park etmek de değil yani. Bildiğin Park yerine diklemesine girmekten daha doğrusu girememekten söz ediyorum. Bir defasında edebiyatçı cadaloz Dilrubaya “ hocam bırakayım mı?” diye sormak için yanına yanaşırken ezmişti.

Şimdi erkek berberliği bu kadar kıytırık bir meslek olmasına karşın bu kadar önemli. Tevekkeli değil, ta kapalı çarşıya Saffet abiye giderdim tıraş olmaya. Saffet abi berber olmak için fazla zeki bir adam bu yüzden de, sürekli çırak ve kalfa değiştiriyor. Çırak ve kalfaların son kullanma tarihi var Saffet abi için. Miadı doldu mu şut. Makasla harikalar aratan bir adam değildi ama, bildiği tek modeli farklı uzunluklarda icra edebilen dingillerden de değildi. Ama benim Saffet abiyi sevmemin ve onu berber bellememin asıl nedeni başka. Ben Saffet abiye aşıktım. Yok lan şaka, değildim tabi. Yok öyle sapıklıklarım. Saffet abinin özelliği şuydu; sana ne istediğini sorardı ve ne istiyorsan onu yapardı. Öyle tıraştan önce kafa yıkamaya tıraştan sonra masaj yapacağım diye boyun kırmaya teşebbüs etmez bu tarz minör hizmetleri talep üzerine verirdi.

Şimdi buradan kalkıp Saffet abiye tıraş olmaya gitsem, en az 3 saat. O da İstanbul’a uçakla gidersem. Yol masrafını hiç sorma. Dolayısıyla, kendime bu şehirde bir berber bulmak zorunluluğu doğdu. Kalktım tavsiye üzerine bir berbere gittim. Selamın aleyküm, aleyküm selam. Koltuğa oturduk, sorgusuz sualsiz, boynuma geçirdi havluyu aha dedim sakala dalacak. Sadece saç! Sakalı elleme! “eyvallah” dedi boynumu evyeye doğru kaktırmaya başladı.

- haspinallaaaaa! Napıyosun birader?
- Abi kafayı yıkamayalım mı?
- Lan tıraştan önce kafa mı yıkanır? Yıkanmaz diye bir şey yok ama yıkamanın gereği de yok.
- Eyvallah.

Tarif ettim kesmeye başladı, özellikle uyardım “yanlarda iz bırakma” diye. Bir yandan da nerelisin nereden muhabbetleri. Sonra doğma büyüme İstanbullu bana İstanbul dersi vermeye başladı. La havle… hayatımda ilk kez böyle Arapça sabır sebat temennileri diliyorum kendime. Ben ya sabır çekerken zart diye girdi makineyle enselere yanlara. Bir baktım otoban şeridi gibi iz yapmış kafaya. Lan sanki hususi uyarmamışım gibi. Şimdi kalkıp makineyi götüne sokmaya teşebbüs etsem, kalfa, çırak, tanıdık diğer müşteriler ittifak yapar pert ederler beni o dükkanda. Tepkisiz de kalmak olmaz, ya birader bak böyle, böyle demeye kalmadı zart sakala girdi makineyle.


- Hayda kardeşim ben sana sakal yok demedim mi?
- abi biraz kısaltayım dedim.
- ulan onu sen demicen. Bi şey denecekse ben dicem sen onu yapacan
- eyvallah
- evvallah!!!

Kısaltma dediği de komple aldı sakalı, bir tek sinek kaymadı. Darwin sabır versin, selamete çıkarsın. O bizi çıkarmazsa, cinayet çıkacak.
Ben sarışın bir insanım, yani sakallarımın göğüs kıllarımla ya da göz altı torbalarımla komşu olma durumu söz konusu değil. Hatta kulaklarımın içinde ve hatta üstünde hiç kıl yok. Ama adam gözlerine inanamamış olacak ki, yaktı ispirtolu sopanın ucunu başladı tertemiz teni tütsülemeye. E yakacak bir şey de olmayınca tatmin olmadı herhalde, cildi kavurmaya başladı. Cani berber! Ben artık onunla tartışmaktan vazgeçmiş kurbanlık koyun gibi sıradaki işkenceyi bekliyorum. Bu kadarcık kesmek adamı kesmedi bundan sonra kulaklara girmez inşallah diye umuyorum. Sonra kısacık saçlara jöle teklif etti, olmayan saça kendince fön çekti bir sürü bir şey yaptı etti. Sonunda hırsını yendi ve beni bırakmaya karar verdi. Sonunda bir ton paraya eşek tıraşı olup kalktık idam sehpası gibi koltuktan. Ama kararımı verdim gidip bir makine alacağım kendime ve kendi tıraşımı kendim yapacağım o bile bu adamınkinden iyi olur, bir ton işkenceye maruz kalmamak cabası. Param da cebimde kalır. Boyun kırılma riski yok sinir stres yok. Huzurlu bir self eşek tıraşı durumu.

Bu Gün Neler Öğrendik

... edep kıçın çatalına sıkışmış don gibidir. Herkes ondan kurtulmak ister, ama kimse bunu başkalarının önünde yapmak istemez...