Travma Teyzeleri

Açık Öğretim yazımda bahsettiğim travma amcalarının bir de dişi versiyonları mevcut. Bu konuyu da Bedeviciğim irdelemiş bakın neler demiş.


http://bedeviningunlugu.blogspot.com/2010/07/peki-ya-kzlar.html

Açık Öğretim




Bu günkü dersimizde sizlerle travma amcası ve travma amcası Türkçesini işleyeceğiz. Bu dersimizde hem travma amcasını tanıyacak hem de travma amcası Türkçesi ve bu dilin inceliklerini öğreneceğiz.
Pek çok yurdum gencinin özellikle de içinde bulunduğumuz yıllarda 20-30 yaş aralığında olan ve zamanında orta direk tabir edilen sosyal katmanda yaşamış büyümüş gençlerin hayatlarında birer travmatik amca figürü bulunmaktadır. Amca deyince öz amca gelmesin aklınıza. Amca diye hitap edilen herhangi bir yudum insanı. Mesela; ergenlik yılları arifesindesiniz. Ergene çeyrek, bilemedin beş var. Ve bu amcayla karşılaştınız. Şimdi aşağıdaki diyaloğa bir göz atalım.

- Meraba Kemal amca
- Vuay Kamuran koçum! Nabinyin la keranacı?
- İyidir Kemal siz nassınız?
- İyi valla koçum! Şşş bak hele kuş ötüyo mu lan?
- ???
- Kamışa diyom su yürüdü mü?
- Eööhmmm*?&%+
- Keranacı seniii çok tokatlama lan çavuşu boyun kısa kalır sonra…

Yukarıdaki örnekte görülen bu amcaların karakteristik özellikleri vardır. Örneğin pek çoğu zaten gür sesli olmalarının yanında bir de bağıra bağıra konuşup anıra anıra gülerler. Yol yordam usül erkan bilmezler dan dun girerler. Abartılı el şakaları yaparlar. Mesela yukarıdaki örnekte mevzu bahis amcamız “kamışa diyom su yürüdü mü?” cümlesini sarf ederken, eliyle de genç ergen adayımızın apış arasına sert bir hamlede bulunmaktadır. Tıp dünyasındaki son görüş bu hareketlerin bünyedeki “den” ve “patavat” yoksunluğunun yan etkileri olduğu yönünde. Yer bezlerinden bu iki hormonun salınımının yapılamaması yüzünden “münasebet” emilimi inhibe olmaktadır.

Konumuza dönecek olursak. Diyelim ki EGS’yi (Ergenliğe Giriş Sınavı) yeni kazanmış çiçeği burnunda bir ergensiniz. Ve arkadaşlarınızla mahallede takılırken travma amcanıza rastladınız. Doğal olarak geçmiş deneyimleriniz size kaçmanızı öğütleyecektir. Siz de görmezden gelip pısaraktan arkadaşları da acele ettirerekten olay mahallini terk etme çabasındayken kaçınılmaz vakayı şerriye vuku bulur. Diyalogumuz şu şekilde gelişir;

- Kamuran!!! Kamuran!!!
- …
- Lan!!! Kamuş!!!
- Gel la gel keranacı!
- Nassınız Kemal amca?
- Eyvallah koçum! Siz de hoş geldiniz çocuklar!
- Hayta baban nabıyo lan teres?
- İyi valla bildiğiniz gibi…
- Bunun babası var ya tam serseriydi küçükkene! Rahmetli anası sopayı beline beline çalardı da uslanmazdı.

Den ve patavat yoksunluğunun bünyede nasıl bir münasebetsizliğe yol açtığının vahim örneği. Şayet yanınızda kız arkadaşlar varsa durum daha da trajikleşir.

- Babası serseriydi ama bu hiç babasına çekmemiş. Tam bi sümüklüydü bu. Ota boka ağlarıdı.
- Ehehe abartmayın Kemal amca+%&/
- Yok yook! Paso dayak yeridi bu. Maçlarda da hep kaleye geçirirlerdi bunu.
- Ben hep sol açık oynadım Kemal amca
- Kızlar bu var ya 9 yaşına kadar altına işedi. Kazık kadar adamıdı anası bez bağlardı buna…

Görüldüğü gibi işin içine kızlar da girerse travma amcanız işi kişisel şova dönüştürmektedir.

Mala Vuruyon mu: söz konusu yaşlarda amcaya yalnızken yakalanılırsa olaylar bambaşka bir yönde seyreder. Bunu özel bir başlık altında incelemeyi uygun bulduk “ Mala Vuruyon mu?” Şimdi örnek diyalogumuza bakalım:

- Kamuran!!! Kamuran!!!
- …
- Lan!!! Kamuş!!!
- Gel la gel keranacı!
- Nassınız Kemal amca?
- Eyvallah koçum!
- Şşş!!! Mala vuruyon mu la?
- Ya Kemal amca
- Şşş söyle la götveren!
- Ehhömm ee şimdi Kemal amca
- Oha tık yok mu la yoksa?
- Ya Kemal amca ayıp oluy…
- Hayta babana söyle de seni mektebe götürsün la tospaa…

Travma amcalarının bir diğer önemli özelliği de ısrarcılıklarıdır. Yine bir örnekle inceleyelim;

- Vay Kamuran nassın la Allahsız tospaa?
- Saolun Kemal amca siz nassınız?
- Eyvallah koçum!!! Çay iç bişey iç…
- Yok Kemal amca benim ufak bi…
- İç iç çay söylim bişi söylim. Kamiiil!!! Koçum bize iki çay biri üç şekerli!!! Bakma la sığı sığır fırla!!!

Görüldüğü gibi ısrarcılıklarının yanı sıra kararları da sizin adınıza almaları sık rastlanan bir durumdur. Bkz: biri üç şekerli. Özellikle bu iki kavram travma amcaları için yeni bir konseptin gelişmesine önayak olmuştur.

Genç adamsın: travma amcaları bu ısrarcılıklarına ve başkaları adına karar verme huylarına çok iyi kılıflar bulurlar bunlardan en önemlisi “genç adamsın”.

- Abi ben tek şekerli içicem
- At lan aat genç adamsın

- Abi saol tokum
- Ye olm ye genç adamsın


- Ne lan iki gıram şeyi kaldıramadın asıl asıl genç adamsın



- Abi halı sahadan geldik yorgunum valla
- Fırla lan genç adamsın


Örnekler daha da çoğaltılabilir. Sonuç olarak. Travma amcaları “göster amcalara pipini” ile başlayan çocukluk ve gençlik travmalarının en acımasız ve en gaddar figürlerindendir.

Dilim Güzel Dilim


Bu gün size güzide dilimizdeki bazı güzide kelimelerin kökenlerinden bahsetmek istiyorum.


Homurdanmak: Büyük Selçuklular döneminde ortaya çıkmış bir kelimedir. Büyük Selçuklu sultanı Yoğrul bey zamanında yaşayan Homur baba diye de anılan Homur El-Tebrizî isimli bir fıkıh aliminin adından türemiştir.



Masa: tam kökeni bilinmemekle beraber Hun’ca ya kadar dayandığı düşünülmektedir. Orhun kitabelerinde bu kelimeye sık sık rastlanılmaktadır.


tosık dübür tolunmasa
ezik büzük yolunmasa
toruk begler korunmasa
kuresel ısınma mu


Silikon: farsça “Sâyılîk” kelimesinden türemiştir. Bu kelime Farsçada, ayakkabı anlamına gelmektedir. Dönemin İran’ında ayak fetişizmi çok yaygındı ve kadınlar erkeklerin ilgisini çekmek için ayakkabısız gezerdi. Böyle gezen kadınlara o dönem “Nâ-sâyılîk” veya “Sâyılîkûn” denirdi. Güzel ayaklı anlamına gelen bu kelime Anadolu’ya geldiğinde anlam kaymasına uğrayarak güzel göğüslü kadın anlamında kullanılmıştır.

Ataçoğlan der ki;


Telli turnam çişin gelir
Silikon dilber sökün gelir
Zülüfleri yolun gelir
Yar osurmuş yele karşı.



Okey: dilimize elden gelmiştir.


Çift okey: dilimize yerden gelmiştir.


Dürrük: dilimize Allah bilir nereden gelmiştir. Belki de böyle bir kelime yoktur hiç olmamıştır ben atmışımdır.



Gıdı: bu da yine kökleri orta Asya’ya kadar dayanan bir kelime. Manası yutkunmak olan bu kelime de yine zamanla anlam kaymasına uğramıştır. Ve günümüzde bebek kakası anlamında kullanılmaktadır. Alper Yonga sagusunda bu kelimeye rastlanır.

Izgık gıbış kıptırır
Gakguk guzuş mordurur
Ezdirir sarkıtır
Dil gıdıya degende.






Deyyus: ünlü divan şairi Dübürzade Hamdi tarafından götünden atmak suretiyle uydurulmuş bir kelimedir. Dübürün bu kelimeyi ne anlamda kullandığını da kimse çözememiştir. Ne anlama dahi geldiği bilinmeyen bu kelime günümüzde anlam bir şeylemesine uğrayarak bugün kim bilir ne için hangi anlamda kullanılmaktadır. Dübürzade’nin ünlü eseri "Taaşşuk-u Yavuşak" mesnevisinde bu kelimeye yer yer rastlanmaktadır. *

… evvel reha ile dûyunun hikmet-i sehâ gerekti
Kalb ile sükûn eden devrin nesr-i başşak geçekti
Umman-ı aşk ile tüyûn idüp haddin bilmez isen,
Kılma derman kîm helakim sana tarrak gerekti.





Tarumar: aslen Kolonca olan bu kelime de dilimize Koloncadan geçmiştir. Selçuksuz ve Osmansız dönemi Anadolu’sunda birileri Kolonya’yı işgal edince halklarla beraber diller de kaynaşmış, kelime de bu dönemde dilimize girmiştir. “ hikmet-i ihsan ile mâbada sirayet edenin, cevr-i zümresi kek olurmuş” sözü bunun üzerine söylenmiştir.





Kelek: kelimenin aslı Fransızcadır. –Celeque- ve dişi yabanterliği dili anlamına gelmektedir. Ama bizim dilimize Fransızcadan değil 12’nci y.y. da Sanskritçeden girmiştir. O yüzden de darbeli matkap anlamına gelmektedir.


Kaynak: Murat Çardakçı

* Mesenevi çok uzun olduğu için tamamını okuyamadık o yüzden "deyyus" kelimesinin mesnevinin neresinde geçtiğini bilmiyoruz.

Dikkat!

Algınızın ayarlarıyla oynamayın. Gördükleriniz gerçekten saçma şeyler.

Rûbai

Ey saki bir kadeh daha koy!
Yanına bir de elma soy
Sosyal ağlardan hayatın sırrını verenler
O laflar boy boy

Anne İkame Teorisi

Meşhur bir teori vardır "Anne İkame Teorisi" bu teori şunu öngörür. Çocukların ihtiyaç dahilinde olmayan istekleri karşılanmamalı ikame edilmelidir. Nasıl mı? Misal yemek yiyeceksiniz ve yanına kola iyi gider diye düşündünüz.

- Annee! bi kola alalım mı?
- Karpuz ye aynı şey

Canınız köfte mi çekti?

- Anne akşama köfte yapsana.
- Kurufasülye var evladım o da etli.

Diyelim abur daha olmadı cubur çekti canınız. Hayatta cuburdayamazsınız.

- Anne ya çukutala alıyım mı?
- Git bak dolapta elma var.

İşte bu psikozu ruhunun tüm derinliklerinde doyasıya ve çılgınca yaşayan başbakan bu gün asrın beyanatını verdi; Alkol içmeyin üzüm yiyin.

Demecin tamamı için tıklayınız

Korsan Tü dür, Kaka dır


Geçtiğimiz günlerde televizyonda bir programa denk geldim. Denk geldim diyorum çünkü televizyon izleyen bir insan değilim hatta televizyonum yok. Ciddi söylüyorum, televizyon almaya lüzum görmedim. Denk geldiğim programda süslüsünden bir şarkıcı hanım kızımız, -kendi tabirleriyle popçu- süslüsünden bir popçu hanım ablamız, -eskilerinden yani kendi tabirleriyle sanatçı- yakışıklı olduğunu zannedeninden bir popçu abimiz –hem eskilerinden hem de yapımcı ya da müzik şirketi sahibi ya da her ikisi de kendi tabirleriyle; ohoooo!!!!-. Tartışılan mevzu telif hakları yasası. Körler, sağırlar birbirini ağırlar misali herkesin ortak söylemi şu; korsan kullanmak hırsızlıktır. Çok da hırslılar hırsız derken. Kolay mı? Sırf bu korsan müzik mevzusu yüzünden bir çoğunun özel jeti yok. Boğazda villada oturamayan var. Çok daha sefil halde olanlar var mesela spor otomobili olup, arazi aracı olmayan. Arazi aracı olup spor arabası olmayan var. Zavallı sefil, fakir, ezik şarkıcılar. Hep bu korsancılar yüzünden. Korsan albüm almayın internetten müzik indirmeyin. Korsan hırsızlıktır Allah baba günah yazar.
Ama ben yine de düşünmeden edemedim hırsızlık nedir? Türk dilimizin yetkili kurumuna sordum aga bu nedir? Dedi ki; çalma arakçılık. Bir şeyi sahibinin izni olmadan alma, sahip olma, el koyma. Hırsızlık teknik olarak aslında birinin sahip olduğu bir şeyi ondan almaya dayanıyor. Yani birinin bir şeyini çalarsanız o şeye gerçek sahibi artık sahip olmaz. Ya da diğer açıdan bir şeyi çalınan bir kişinin varlığından bir şey eksilir. Korsancılıkla hırsızlığın farkı işte burada ortaya çıkıyor. Hırsızlıkta kayıp söz konusu korsanda ise gelecek olan potansiyel kazançtan mahrum olma. Aslında ikisi teknik olarak farklı şeyler. Bunu neden belirttim çünkü popçu abla, popçu abiyle kendisinin aydın olduğunu iddia edip, sözü “biz ne dersek o dur” a getirdi. Aydınlar! Aydınlığa gel ışığa gel! Ya da önce sesime gel sonra nereye gidersen git! Tabi aydınlar böyle şahadete gelince sunucu nasıl yaltaklanacağını bilemedi. Yaltak sunucuyu geçelim mevzumuza dönelim. Ha şimdi korsanın tam olarak hırsızlık olmaması onu yasal veya meşru bir şey yapmaz. Gayet tabi emeğin bedelini ödemeden haksız kullanımı söz konusudur. Şimdi ben bu beyaz balina aydınların Türkiyede yoksulluk ve açlık sınırının ne olduğunu, kaç kişinin bu sınırların altında yaşadığını bilip bilmediklerini merak ediyorum. Asgari ücret ne kadar? Kendi albümlerinin satış fiyatı ne? Bir ekmek kaç para? Bu albümler için ödenmesi gereken paraya hangi temel ihtiyaç maddesinden ne kadar alınabiliyor? Mum ışığım kendi erirken etrafa ışık saçanım aydınlat beni ki pervanen olayım. Müzik sizin neyinize lan pis fakirler! Ayağına giyecek donun yok müzik diyosun bilmem be diyosun ezik!!! Bu mudur? Evet aydın feryadı işte bu! Bir popçu ağlıyor gözleri yaşlı!!! Sonra popçu hanım kızımız dahiyane fikrini sunma tevazusunu bahşediyor biz zavallılara. Denetim sıklaştırılmalı cezalar ağırlaştırılmalı. Veeeeeee!!! Aydının düşman işgalinden kurtuluşu! Temsili milis kuvvetleri beyaz balinaları zalim korsanların elinden kurtarıyor. Popçu kızın zekası akvaryum balığıyla su kaplumbağası arasında bir yerde ama memelere laf yok silikonlar tam ayarında olmuş. Lepistes devam etti. Emek sömürüsü dedi hak dedi adalet dedi böyle kominis kominis konuştu. O böyle konuşunca benim aklıma hayatları boyunca emek sömürüsü nedir görmemiş pis burjuva tekel işçileri geldi. Ota boka arıza çıkaran şımarık görgüsüz herifler. Durduk yere saçma sapan sebeplerden ha babam ölen tersane işçilerini de düşündüm. Bir defa daha tiksindim onlardan. Ya madencilere ne demeli? Midemi bulandırıyorlar. Grizudan ölmeyi biliyorsun ama üç kuruş paraya kıyıp da bir albüm almayı bilmiyorsun. Elime bir tüfek alıp havyarın kilosu kaça bilmeyen bütün sendikasız, toplu sözleşmesiz, sigortasız çalışan aristokratları vurmak istiyorum. Bu ülke sizin gibiler yünüden böyle. Ey aydınların ne koşullarda yaşadığını bilmeyen aymaz yurdum halkı!!! Çek elini aydınımın cebinden…

Rûbai

Bir desti şarap içtim sızdım
Benzinim bitti yolda kaldım
Hikmetinden sual olunmaz bilirim de
Sen bizim kaderimizi Dostoyevski'ye mi yazdırdın?

de Ayrı

- Sende mi Brütüs?
- Ne?
- Bıçağım diyorum sende mi?
- He bende... allll sanaaaa!!!!
- Inngghh!!! sen de mi Brütüs?
- He ben de...

di'li Şimdiki Zaman


Senelerdir söylediğim bir laf vardır. Derim ki; su her zaman 100 santigrat derecede kaynamaz. Gerçekten de öyle. Su sadece safken 1 atm basınç altında 100 santigrat derecede kaynar. Yani suyun içinde çözünmüş mineraller tuzlar ya da her ne ise hatta havadan gelen CO2 ve O2 gibi gazlar bile suyun kaynama sıcaklığını değiştirir. Açık hava basıncının da deniz seviyesinda + 4 oC de 1 atm olduğunu da hesaba katarsak. Su arada sırada 100 oC de kaynar demek hiç de yanlış olmaz. Oysa bizim bildiğimiz bu değildi değil mi? Su 100 oC de kaynar. Peki ben bunu neden söylerim? Şimdi efendim insanlar arasındaki yaygın düşünce kendi hayatını kendinin yönettiği ve kendi aldığı kararlarla istediği yöne gittiğidir. Ama tıpkı suyun kaynamasında olduğu gibi insan hayatına etki eden sayısız parametre vardır. Yani insan aslında sadece koşullarının el verdiği ölçüde seçim yapabilir. Yani aslında hepimiz rüzgarda savrulan yapraklar gibiyiz.

- Rüzgarda savrulan yapraklar gibiyiz. Edebi bir dramatizasyon oldu mu?
- Olmadı.
- Klişe oldu dimi?
- Evet!
- Bence de evet!

Peki ne var bunda biz bunu zaten biliyorduk dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ama duymuyorum. Sanırım siz de demiyorsunuz der gibi yapıyorsunuz. Lafa gelince biliyorsunuz! Bilmediğiniz başka bir şey var ama. En azından bir çoğunuzun bilmediğini tahmin ettiğim bir şey. Nöropsikiyatri dalında bol çalışma yapmış çok ödül almış bir zat var ki Benjamin Libet olarak tanınır. Adının bu olmasıyla alakalı olabilir. Şimdi bu Ben Libet – biz samimi olduğumuz için ben kendisine Ben diyorum. Ben kendime de ben diyorum bu gün iyi saçmalıyorum- bir çalışma yapmış bir tez ortaya atmış. Bunun için de bir deney yapmış. Efendim deneyde, Ben bakın b’yi büyük yazıyorum benle karıştırmayın zira az sonra anlatacağım caniliği yapan ben değilim Ben. Deneyde, hastaların kafatasları açık ve beyinleri kabak gibi ortadayken beyinlerinin belli bölgelerine küçük elektrik şokları vermiş. Üstelik bu esnada hastaların bilinçleri açık. Zira bütün bedeni hisseden beyin hissiz bir organdır. Beyin hissetmez. Belki de bu yüzden kendimizi kötü hissettiğimizde beynim kırıldı demiyoruz. Hastaların beyinlerinin belli bölgelerine şok vermesinin nedeni sanki bir yerlerine dokunuluyormuş gibi hissetmelerini sağlamak. Beyninizin uygun bölgesi uyarıldığında elinize ya da kolunuza dokunuluyormuş gibi hissedersiniz. Bu yapay hissi yaratırken de hastanın bilinç düzeyinde farkındalığının da süresini ölçmüş. Yani aslında hastanın kendine dokunulduğunun ne zaman farkına varacağını bilmek istemiş. Ve bu süreyi 500 milisaniye olarak tespit etmiş. Yani insanlar ancak yarım saniye sonra kendilerine dokunulduğunun farkına “bilinç düzeyinde” varabiliyorlar. Biz bir yerimize değdiğimizde bunu anında hissediyormuşuz gibi geliyor ama öyle değil. Ve bu sadece dokunma için de geçerli değil. Tüm uyaranlar için bu böyle. Yani bizim şimdi “şu an” dediğimiz her şey aslında yarım saniye öncesi. Aslında zamanı tam yarım saniye geriden takip ediyoruz ki bu beyin için çok uzun bir süre. Örneğin bir videoda görüntüyle ses arasındaki yarım saniyelik kayma bilinç düzeyinde bile fark edilemeyecek şey değil. Bir de beynin çalışma hızını düşünün gerçekten uzun bir süre bu 500 milisaniye. Ama her nasılsa şimdide yaşıyoruz. Daha da ilgincine gelecek olursak, Ben bununla da yetinmemiş. B’ye dikkat! Ve bu defa olayı tersten kurgulamış. Bu defa hastalara parmaklarını istedikleri zaman kıpırdatmalarını söylemiş ve bu esnada hastaların parmak kıpırdatmak için gereken sinirsel aktiviteyi göstermeleriyle bunun “bilinç düzeyinde” farkına varmaları arasındaki zaman farkını ölçmüş. Sonuç daha da ilginç. Hastanın parmaklarını kıpırdatma aktivitesi, bilincinin bunun farkına varmasından yine 500 milisaniye önce gerçekleşiyor. Karar verme dediğimiz şey ise bilinç düzeyinde bilinçle yapılan bir aktivite. Ama önce hareket geliyor, karar ise sonra gerçekleşiyor. Başka bir değişle biz karar verdiğimizde çoktan eyleme geçmiş oluyoruz. Ama yine bunu sanki önce karar vermiş sonra harekete geçmiş gibi yaşıyoruz. Peki hareket karardan önce geliyorsa kararı kim veriyor ya da bizi kim ya da ne harekete geçiriyor? Bir başkasının bizim adımıza karar vermesi tabi ki söz konusu değil. Ama açık olan şey de bunun bilinç seviyesinde olmadığı. Buyurun cenaze namazına. Ben bir şey yapmak istediğimde bunun kararını ben vermiyorsam kim veriyor Ben mi? Bir de tabi özgür irade sorunsalı var. O konulara hiç girmeyeyim. Giren zaten girmiş ve işin içinden de henüz çıkamamış. Gerçekten ciddi bir açmaz. Ben’in deneyleri için eleştiriler de olmamış değil ama henüz bu açmazdan kurtulmak için alternatif bir teori ortaya atılmış da değil.

Aslında buraya linkini koyacaktım vazgeçtim. Gogıldan arayın lan o kadar ilgiliyseniz bana ne. Armut piş ağzıma düş oh. Hem yazalım hem linkini verelim. İyi be! Bundan sonra da kimse bana lö lö yapmasın. Bunları bana kim yaptırıyorsa gidin bulun derdinizi ona anlatın.

Sesimizi Duydular




Ocak 2010'da yayımladığımız "Uzun Donlu Kişot" başlıklı yazımız büyük yankı yarattı ve sonunda terete yetkilileri konuyla ilgili olarak çalışma başlattılar ve "İş Makinesi TV" yi kuracaklarını açıkladılar. Farazi alemin favori haber sitelerinden zaytung nokta kom da yer alan haberlere göre;


Son birkaç aydır yeni kanal açamayan ve kurum içinde bunun sıkıntısını yaşayan TRT, yeni kanalları İş Makinesi TV'yi dün akşam düzenlenen bir kokteyl ile basına tanıttı. Hedef kitle olarak kendisine inşaat ve yol çalışmalarını büyük bir ilgiyle takip eden orta yaş üstü işsiz güçsüz tayfasını ve emeklileri seçen İş Makinesi Tv, vinç, grayder, buldozer, kepçe gibi araçlar ve daha bir çok sürpriz iş makinesinden oluşan Makine Parkı ile yeni yayın döneminde oldukça iddialı.

Haberin detayları için tıklayınız.

http://zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=19131

Bu Gün Neler Öğrendik?

Allahla kul arasına biri girerse Allah tutulması oluyormuş.

Hayyamdan Pratik Bilgiler

Banyo aynalarınızın buğulanmasını istemiyorsanız traş köpüğü ile silin

Patatesin çıtır çıtır olmasını istiyorsanız sirke katmayın, yağ patlar. Sirkeli suda bir sure bekletin, kurulayın ve öyle kızartın

Gözlüğünüzün vidası çok çabuk çıkıyorsa vidayı takmadan önce, vidanın gireceği deliğe renksiz oje damlatın vidayı öyle takın

Yeni ayakkabılarınız ayağınızı sıkıyorsa onları bir kaç dakika buhara tutun.

Makasınızı bilemek istiyorsanız, zımpara kâğıdı kesin.

Mobilyaların yerlerini değiştirdiğinizde halıların üzerinde iz bırakır. Bu izleri yok etmek için izlerin üzerine bir parça buz koyun ve erimesini bekleyin. Daha sonra üzerinde elektrik süpürgesini gezdirin. İzden eser kalmadığını göreceksiniz.

Üst üste koyduğunuz bardaklar yapışıp çıkmıyorsa bir leğenin içerisine koyun üstteki bardağın içerisine buz koyup leğenin içerisine yavaş yavaş sıcak su koyun. bardaklarin kolayca çiktigini göreceksiniz

Satın aldığınız plastik ve cam esyalarin üzerine yapıştırılan etiketlerden kurtulmak için etiketin üzerine yemeklik margarin sürün ve 15 dakika bekletin. Bir bez ile ovalayip yıkayın üzerinde hiç bir leke ve çizilme olusmayacaktir

Pamuklu giysilerinizin çekmemesi için ilk yıkamada bir gece soguk suyun içerisinde bekletin, sonra yıkayın, çekmeyeceklerdir

Duvarınıza çivi çakacağınız zaman işaretlediğiniz yerin üzerine çapraz bant yapıştırın. çiviyi öyle çakın. böylece duvarın alçısını çatlatmamış olacaksınız.

Fırında patates yapmadan önce, 10-15 dakika haşlayın ve çatal ile delin. Daha kolay pişecektir.

Büyük miktarda patatesiniz var ise torbanın içerisine bir adet elma koyun. 8 hafta boyunca filizlenmesini ve büzüşmesini önler.

Sıcak havalarda ki hava zaten genellikle sıcak bir şeydir, fısfıslı bir cam sil şişesine soğuk su doldurup, karşısına geçtiğiniz vantilatöre sıkın.

Daha sıcak havalarda ki… tişörtünüzü o fısfısla sıklam olmayacak şekilde ıslatın.
Sonra 5 dakika kadar buzlukta bekletin katılaşmadan alın giyin. Oh mis!

Diyelim ki sevgilinizin çıplak bedenine mum damlatmak istediniz. Ama mumu halıya damlattınız. Sonra çıkarın fanteziyi yarım bırakmayın.

Mumu çıkarmak için üstüne bir parça kağıt yerleştirin ve üstünde sıcak ütüyü gezdirin. Dikkat edin halıyı yakmayın.

Soğan doğrarken gözleriniz yansın istemiyorsanız, soğanı başkasına doğratın.

Soğan doğrarken elleriniz koksun istemiyorsanız yine soğanı başkasına doğratın.

Siz en iyisi soğan doğamayın.

Yeni aldığınız beyaz tişörtünüz vişne suyu lekesi olsun istemiyorsanız, vişne suyu içerken başka tişört giyin. Ya da üstünüze dökmeyin.

Baş ağrınız bir türlü geçmiyorsa irice bir turfanda hıyarı kıçınıza sokun baş ağrınızı unutacaksınız.

Acı hatıralarınız fazla yer kaplıyorsa rar’la sıkıştırabilirsiniz. Formatı destekliyor.

Gözyaşının lekesi kalmaz ağlamaktan korkmayın.

Güvendiğiniz dağlara yağan karı eritmek için tuz basın.

Kırılan kalbinizi derince bir leğenin içinde suya batırın. Suya bolca hayal ve umut katın yeni gibi olacaktır.

188 ocak 2010

OLMADIK ŞEYLER DÜŞÜNÜRKEN BULUYORUM BAZI BAZI KENDİMİ/3

Misal bugün kendimi bazı bazı ne gibi hissediyorum ya da hissetmiştim üzerine düşündüm. Ciddi ciddi yaptım bunu.

Bazen kendimi bomba gibi hissediyorum.

Zımba gibi hissettiğim de sıklıkla görülür.

Bazen kendimi merdiven gibi hissediyorum.

Bazen de tır kamyonu. Alabildiğine dolu.

Bazen kendimi çıkmaz sokak gibi hissediyorum. Sadece kadınların girip çıktığı.

Bir defasında kendimi cacık gibi hissetmiştim. Hıyar değil ama cacık. Karışmasın.

Bazen kendimi ansiklopedi gibi hissediyorum. Bir sürü gereksiz bilgiyle dolu.

Bir defasında kendimi telefon gibi hissetmiştim. Şimdi neden o zaman öyle hissettim hatırlamıyorum.

Seyrek olmakla birlikte kendimi tam bir dal yaprak gibi hissettiğim de olmuyor değil.

Dönemsel olarak değişen sıklıklarda kendimi yangın hortumu gibi hissetmiyor muyum? İşte ona bayılıyorum.

Bir ara kendimi duvara asılı elek gibi hissetmiştim. Hatta bununla ilgili bir şey de yazmıştım hafızam beni yanıltmıyorsa.

Bazı alkol sabahları kendimi enkaz gibi hissediyorum. O sabahlar işe gitmekten nefret ediyorum. Bence alkol sabahları resmi tatil olmalı.

Bazen de kendimi italik font gibi hissediyorum. Belki duruşuma bile yansıyordur.

Periyodik olarak çimen gibi hissederim kendimi ve fillerden nefret ederim o vakitlerde.

Kendimi soba gibi hissettiğim çok oldu ama hiç klima gibi hissetmedim.

Kendimi tabela gibi de hissettiğim anlar yok değil. Ama ekseriyetle işaret ettiğim yöne sapılmaz. Geri dönüldüğünde de ben artık tabela gibi hissediyor olmam.

Ama kendimi bijon anahtarı gibi hissetmekten nefret ediyorum. Bijon anahtarları sadece ihtiyaç olduğu zaman hatırlanır.

Mesela pasta üstündeki mum gibi hissetmeyi de sevmem. Bir süreliğine pastadan bile önemli. İşin bitince eyvallah baba.

Kalem gibi de hissediyorum. Dikte ettiriliyorum.

Şimdi kendimi rüzgar çanı gibi hissediyorum. Olmasam da olur. Olmazsa olmaz olsaydım daha iyiydi ya… neyse…

Köprü ve Viyadükler Önce Donar

……….uykusuz bir gecenin öğleden sonrasında…
- Tünaydın gertrude hanım 155’i arar mısınız?
- Tabi bağlıyorum hayyam bey.
- Alo ben horatio buyurun?
- (horatio mu? İlginç) merhabalar horatio bey küçük bir trafik kazası oldu da…
- Geçmiş olsun var mı ciddi bir şey?
- Yok yok önemli bir şey yok.
- Aman aman dikkat etmek lazım.
- Evet.
- Nasıl oldu?
- Ya işte filanca yerden falancasına dönerken biraz hızlı girmişim açıktan alınca bilmem neye hafifçe bir dokundum.
- Hmmm! Geçmiş olsun siz iyisiniz?
- İyiyim iyiyim.
- Peki benden ne istiyorsunuz?
- Ne mi? Ya bir ekip gönderseniz mesela? Zabıt falan tutsalar?
- Valla siz aslında polisi arasanız daha iyi olmaz mı?
- ???
- Ben bilgi işlem horatio.
- Alo ben horatio diye açınca bir gariplik sezmiştim zaten.
- Evet olur öyle. Dahiliden 155 aranınca bize düşüyor teknik destekçilerin bir cilvesi işte.
- Değil mi değil mi?
- Tabi tabi…


… Uykusuz ve çok çalışılmış bir gecenin sabahında şirket yöneticilerinden birine yazılmış bir mailde…

Falan oldu filan oldu bilmem neler pörtledi zırtlar bırtladı. Bilgilerinize sunar, “iyi günler iyi çalışmalar dilerim” yerine “iyi geceler iyi uykular dilerim.”

Yalnış Bildiğim Kelimeler

Yalnış, yanlız, şarz, deşarz, şemşiye, kirbit, tiskinme, dokan, bineanaleyh yok binealaleyh değil bienalalyeh işte o Demirel'in dediğinden...