DENEME


Türk Dil Kurumu, ülkemizde Türk Dilinden Sorumlu bir devlet bakanlığı olmaması nedeniyle, adından da anlaşılacağı üzere Türk dilinden sorumlu kurumdur. Türk dilinden sorumlu kuruma göre deneme; Denemek işi, sınama anlamına gelmektedir. Yine aynı kuruma göre deneme kelimesinin bir diğer anlamı da; Herhangi bir konuda yeni ve kişisel görüşlerle bezenmiş bir anlatım içinde sunulan düzyazı türü olarak betimlenmektedir. Benim amacım burada deneme konusunda bir deneme yazmak. Gel gör ki, adımın önünde yazar sıfatı olmadığından ve dahası sözlük yazarlığı edebiyat dünyası tarafından mandallanmadığından dolayı benim burada gerçekleştirdiğim eyleme deneme hakkında bir deneme yazmak değil, deneme hakkında bir deneme demek daha yerinde olacaktır. Yıllardan bilmem kaç, aylardan bilem ne Hayyam askerde. Bölük astsubayı Hüseyin başçavuş diye biri var. Efenim bendeniz kimyagerim. Bir gün Hüseyin başçavuş içtimadan sonra aranızda kimya öğretmeni veya kimyager var mı diye sordu. Askerden önce giden herkes binbir tembihte bulundu. Bütün bu tembihlerin hepsi ortak bir noktaya temas ediyordu. Hiçbir şey için gönüllü olma. Ben de başıma bir bela gelmesin diye hiç sesimi çıkarmadım ama bölükte ses çıkarmayan neredeyse tek kişi bendim. Hayyam kimyager!
-          Kim o?
-          Hayam İstanbul emret komutanım!
-          Hayyam evladım benim kız kimyadan zayıf almış ona kimya dersi vermek ister misin? Zorunluluk yok elbette yani istersen.
Daha önce eğitimden yırtmak gayesiyle komutanların çocuklarına ders veren arkadaşlar vardı. Gel gelelim bu çocuklar eğitimden yırtamadıkları gibi bir de istirahat saatlerinde komutanların çocuklarına ders vermek zorunda kalıyorlardı.
-          Mazur görün komutanım!
-          Peki evladım peki…
Daha sonra büyük hata ettiğimi önce bizden eski askerler söyledi sonra da bizzat kendim deneyimledim. Askeri birliklerde padişah birlik komutanı ise sadrazam da birlik astsubaylarıymış. Hayatımda ilk defa askere gidiyorum üstelik orada da yeniyim nereden bileyim? O kadar yeniyim ki; bölük komutanına bölük komutanı, takım komutanına takım komutanı, takım astsubayına takım astsubayı denirken bölük astsubayına Hüseyin başçavuş denmesi bende” başçavuş” ibaresinin adamın soyadı olduğuna dair bir izlenim oluşmasına neden olmuştu. Yine orada askerler kendi aralarında bölük komutanlarına bölükçü, takım komutanlarına takımcı falan diyorlarmış. Bir gün bölüğün çaycısı Zeynel Gündük Kırşehir’le laklak ederken oğlan tabur komutanı dayı lakaplı Mesut binbaşıdan bahsediyormuş ve bunun için de taburcu, taburcu deyip duruyordu. Mevzudan haberi olmayan ben, taburcu ifadesini hastaneden taburcu olmak olarak anlayıp mevzuyla alakasını kurmaya çalışıyordum. Dedim ya ilk askerliğim, onda da yeniyim ne jargona ne de racona hakimim. Acemi birliğinde üç el ateş edip bir de uygun adım yürümeyi öğrenip gelmişim. Kollarımda birer pırpır ve Hayyam onbaşı sıfatı ile etrafta “ne yapıyoruz lan biz” edasıyla gezmekteyim. Ertesi gün eğitim senasında bölüğe “straadet!” komutu ile –ki bu istirahat et demek- istirahat verildi. Birden Hüseyin başçavuşun sesi ortalığı inletti. Hayyam onbaşı! Adeta zembereğinden boşanmış bir yay çevikliği ile yerimden fırladım, Hüseyin başçavuşun karşında dikildim gürleyen bir volkan misali tekmilimi verdim. Hayyam İstanbul emret komutanım! Oğlum yanına birkaç asker al şuradaki dökülmüş yaprakları temizleyin, sonra da gel bana tekmil ver. Emredersiniz komutanım derken bende sinir zirvede. Zira topu topu beş taş çatlasın ki çatlamaz on dakika istirahatimiz var onda da yaprak temizle. Öte yandan bölükteki bizden eski askerlere iş yaptırmak ne mümkün? Herifler ya kapkaççı, ya tecavüzcü, ya hırsız, ya yankesici… bölük, bölük değil Sağmalcılar kapalı cezaevi adi suçlar koğuşu. Elemanların yarısından çoğunun silahlara dokunması dahi yasak. Neyse bir şekilde yaprak olayını hallettik. Gittim tekmilimi verdim geldi kontrol etti “tamam” dedi gitti. O köşeyi döner dönmez ben ağaca bir tekme, ağaçtaki sarı yapraklar yere. Öğlen içtimasından sonra bölük komutanı etrafı gezerken yerdeki yaprakları görünce, Hüseyin başçavuşu çağırıp buraların hali ne diye sormasın mı? Hüseyin başçavuş kırmızı. Hüseyin başçavuş bana gıcık ben ona, başladık karşılıklı gıcıklaşmaya. Hüseyin başçavuş hazretleri birkaç gün sonra beni huzuruna emretti, oğlum git eğitim alanında uzamış çimleri biç. Bölükte çim biçme makinesi yok, bir tane tırpan var o da başka bölükte, bir tane de kör orak var o da elimde. Ne yapsam, ne yapsam? Orağı hemen kaybettim. Gittim bir tıraş bıçağı aldım bölük komutanının odasının önünden çimleri onunla biçmeye başladım. Kapısı açık bir ara başını kaldırdı, beni çağırdı. Mermi hızıyla gittim, gök gürlemesi gibi tekmilimi verdim.
-          Oğlum ne yapıyorsun?
-          Çimleri biçiyorum komutanım!
-          Lan permatikle çim mi biçilir?
-          Tırpan başka bölükte ben de başka bir şey bulamadım komutanım!
-          Kim verdi bu emri?
-          Bölük astsubayımız komutanım.
-          Çağır gelsin.
-          Emredersiniz komutanım!
Gittim Hüseyin başçavuş hazretlerini bölük komutanının huzuruna beklendiğini ilettim. Bölük komutanı Hüseyin başçavuşa bi’ fırça Hüseyin başçavuş bi’ çıktı yüzünde mora çalan kırmızı bir renk. Bu olaydan sonra sultan birinci Hüseyin başçavuş han, zulümsel yaratıcılık bazında hayatının en üretken dönemine girdi. Devrisi gün bendeki tek pırpır birden ikiye katlandı çift pırpırla çavuşluğa rütbe atladım.  Bundan sonra Hüseyin başçavuş bana, ben erata, o bana ızdırap, ben onlara. Sonunda canıma yetti ve bölük komutanına durumla ilgili şikayette bulunmayı denemeye karar verdim. Diyalektik olarak her denemeye eşdeğer bir de yanılma eşlik eder. Bu her deneme bir yanılmayla sonuçlanacak demek değil elbette ama her deneme kendine eşdeğer bir potansiyel yanılmaya sahiptir. Ne yaparım? Giderim odasına, çıkarım huzuruna “komutanım bu Hüseyin başçavuşun yaptıkları canıma yetti” diyemesem de konuyu uygun bir dille anlatırım. Peki ya bölük komutanı odasında yoksa? Zaten bölük komutanı dediğin genelde odasında olmaz. O zaman ben de çay ocağına gider Zeynel Gündük Kırşehir ile laklak ederim. Peki ya Zeynel Dümbük Kırşehir uyuduğu için beni ocağa almayı istemezse ki istemez. O zaman ben de tek dal sigara ile onu kandırır sigara rüşvetiyle onu esir alır bölük komutanı gelene kadar çene çalarım. Peki ya Zeynel Dandik Kırşehir eğitime çıktıysa ki arada çıkar ve o da bana denk gelir, o zaman ne yaparım? İşte orası bir muamma. Bölük komutanının kapısını tıklarım, gel demesini beklerim, gel demezse beklerim, gelmezse biraz daha beklerim, daha da gelmezse bu bölük komutanının gelmeyişinin daha ne kadar süreceğini merak ederim, sonra beklemeye devam ederim, yine gelmezse şansımı Zeynel Gudik Kırşehir ile denerim. Bu gelmeyişler hep zor işler. Komutanın da, sevgilinin de geleni makbulmüş onu anladım. Peki komutan gelmezse, Zeynel Pandik Kırşehir de eğitimdeyse, o zaman ben de nöbetçi kolluğunu takar bir işim varmış gibi etrafta gezinir, bölük komutanının gelmesini beklerim. Diyelim ki bölük komutanı geldi o zaman ben de giderim kapısını tıklar gel demesini beklerim. Gel demezse tekrar tıklar gel diyene kadar beklerim. De ki komutan gel dedi, içeri girer tekmil veririm, bir maruzatım var komutanım müsaadenizle arz edeyim derim. Emir komuta zinciri denilen hiyerarşi açısından komutanın komutana şikayet edilmesi komutanlar tarafında pek de hoş karşılanmaz. Komutanlar erlerin komutanlarını komutanlara şikayet etmesine pek de aldırmaz. Bu durumda ne yaparım? Erin komutanını komutanına şikayet etmesi komutan tarafında nahoş bir etki yaratacağından dolayı bunu başka bir kılıf içinde komutana iletmenin bir yolunu bulmak zorundayım. Peki ya komutanım, komutanımı komutanıma şikayet etmek için bir bahane kisvesi ile ona geldiğimi anlarsa. Komutanı komutanına şikayet etmek de ne zor işmiş arkadaş? Ne yapsam denesem mi? Mevcut denemede diyalektik olarak ona karşılık gelen potansiyel yanılmanın kinetiğe dönüşerek reel hayatta vücut bulma ihtimali nedir? Denemek ya da denememek işte bütün mesele bu!