Kuantum Mekaniksel Aşklar ya da Zor İş Ben Olmak Vesselam




Her ay düzenli aldığım dergilerin bir çoğunda bu ay CERN’de yapılan ATLAS deneyine geniş yer verilmiş. Hatta Bilim ve Teknik bu sayısını buna ayırmış diyebiliriz. Bir tek Le-Manyak’ta konuyla alakalı bir şey göremedim. Neden acaba? Bu ve benzeri deneyler aslında yıllardır yapılıyor. Hem de sadece CERN’de de değil. Dünyada bu konuda çalışan 10 civarı enstitü ya da merkez var. Hatta aralarında ciddi rekabet var bile denebilir. Bu son deneyi bu kadar meşhur yapan iki şey var biri maliyeti diğeri ise konuyla ilgili bilgisi olmayan birkaç medya dangalağının, bilim adamlarının deneyle ilgili yaptıkları açıklamalardan cımbızla çektikleri bir kelimeyle insanları paniğe sevk ederek bundan prim yapmaya çalışması. Karadelik!!! Aman allahım!!!




Ben size bu gün bu deneyden bahsetmeyeceğim ama bu deneyin vesilesiyle başka bir şey anlatmak istiyorum. CERN’de özetle atomaltı parçacıklar inceleniyor diyebiliriz. Bu parçacıkların ilginçlikleri saymakla bitmez. Her birinin ayrı bir yapısı ve karakteri var. Tıpkı bizler gibi. Evet bizler gibi karakterleri var ve fiziksel varlıklarının yanında karakterleriyle de evreni etkiliyorlar. Fazla terminolojik detaylara girmeden birine şöyle bakalım. Parçacıkların en meşhuru elektrondur. Elektron çok çok çok çok küçük bir parçacıktır. Hatta parçacıklar dünyası için bile oldukça küçüktür. Kütlesi protonun kütlesinin iki binde biri civarında minicik mini minnacık parçacık içi dolu turşucuk. Bu kadar küçük olmasına karşın yıldırımlardan, radyo dalgalarına, televizyonun renkli göstermesinden, yayınlanmasına, uydu haberleşmesinden, ısınma enerji vs tüm elektrik olaylarından tek başına sorumludur. Sikim kadar boyu var türlü, türlü huyu var sözü sanki elektron için söylenmiş. Dedik ya parçacıkların da bizim gibi karakterleri var. Elektronun da bir karakteri var ve bu sayede evrene kütlesinden ve hızından ayrı olarak bir etki yapıyor. Elektronun etrafında bir elektrik alan vardır. Bu elektrik alan işte onun karakterinin çevresine etkisidir.
Bir elektron bir başkasıyla karşılaştığında hızlarına ve enerjilerine bağlı olarak birbirlerine ancak belirli bir mesafeye kadar yaklaşabilirler. Ama etraflarındaki elektrik alandan kaynaklanan itme kuvveti eninde sonunda baskın gelir ve bu iki elektroncuk birbirlerine dokunamadan tekrar uzaklaşırlar.



Ben bu davranışı oldum olası çok insancıl bulmuşumdur. İnsanlar da tıpkı parçacıklar gibiler. Karakterimizle birbirimize fiziksel varlığımızın ötesinde etki yapıyoruz. Kendimize bir etki alanı belirliyoruz o alanı hakimiyet alanı olarak addedip içine kimsenin girmesine izin vermiyoruz. Bu yüzden kişisel eşyalarımızın başkaları tarafından kullanılması bizi gıcık ediyor. Bu yüzden ofiste masamıza paldır küldür oturup kafasına göre bir şeyler yapan tiplere uyuz oluyoruz. Bunun en bariz örneğini asansörlerde görebiliriz. Asansörler yabancıların birbirleriyle mecburen çok yakın mesafede yalnız kaldıkları ortamlardır. Bu durumda insanlar kendilerinin etki alanlarına izinsiz girilmiş hakimiyet alanları işgal edilmiş hisseder. Aynı zamanda bir başkasının etki alanı içinde kendi rızası dışında bulunduklarını hisseder. Bu yüzden asansörler gerilimli ortamlardır. İnsanlar fazla konuşmaz, göz teması kurmamaya özen gösterirler. Kişiliğimiz geliştikçe daha doğrusu şekillendikçe etrafımızda oluşturduğumuz etki alanı da güçleniyor. Karakterimizi şekillendiren en önemli etmenin ise, yaşadığımız acılar ve onları tekrar yaşamamak için geliştirdiğimiz psikolojik savunma mekanizmaları olduğunu göz önüne aldığımızda, aslında etrafımıza nasıl bir bariyer oluşturduğumuz ve kendimizi nasıl da yalnızlaştırdığımız gerçeği ile yüz yüze geliyoruz. Elektronlar da yalnız parçacıklardır.

Burada sosyal olmaktan bahsetmiyorum. Geniş ve aktif bir sosyal hayata sahip olmakla yalnız olmamak çok farklı şeyler.
Bu durum trajik yüzünü en acımasız şekliyle aşklarımızda gösteriyor bence. Bir tasavvuf kıssası vardır. Kahramanını hatırlamıyorum ama özetle şöyle;

Tak tak!!!
- kim o?
- ben!!!
- sen isen git!!!

Seneler geçer…

Tak tak!
- kim o?
- sen gönüllerin sultanı…
- ben isem gel!!!

Zaman geçtikçe git gide daha fazla ben oluyoruz. Ve git gide daha güçlü bir alanla örüyoruz etrafımızı. Ve bu yüzden en mutlu aşklarımız geçmişte kalanlar oluyor ve aynı tadı bir daha yakalayamıyoruz. Ben daha bu kadar ben olmamışken. Ve o henüz bu kadar o değilken biz olmak çok daha kolay oluyor. Beraber olmanın ya da “seni seviyorum”la yalınlaştırdığımız durumun ötesinde bir derinlik biz olmak. Tek beden gibi davranıp tek zihin gibi düşünmek. Konuşmadan iletişebilmek, söylemeden anlatmak, anlatmadan bilmek. Daha fazla ben oldukça bir başkasının benlik alanından içeri girmek zorlaşıyor. Daha fazla ben oldukça bir başkasını o benlik alanından içeri almak da aynı derece zor oluyor.
İşte bu yüzden bazı ayrılıklar çok travmatik oluyor ve pişmanlığı bir ömür boyu sürüyor. İşte bu yüzden en güzel aşklar çocukken yaşananlar oluyor ve aynısını aramakla bir ömür geçiyor.



113 ocak 2010

01:1443

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder